TELKİN DERGİSİ
Zorunlu Göç, Toplumsal Uyum ve Türkiye’deki Suriyeliler / Elifnur Saban

Göç, literatürde en basit anlamı ile mekânsal hareketliliğe işaret eden bir kavram olarak karşımıza çıkmaktadır. Çok uluslu imparatorlukların 1648 Westphalia Antlaşması ile Uluslararası İlişkiler disiplininde de bir viraj olarak addedilen ulus-devlet egemenliği ilkesini benimsemesinden sonra; göç kavramı, mekânsal bir hareketlilik ifade etmenin yanı sıra içerisinde ekonomik ve sosyal meseleleri de barındıran bir olgu haline gelmiştir. Küreselleşmenin kademelerinin birer birer aşıldığı bu dünya düzeninde insanlığın, ekonomik ve sosyal temelli tercihlerinin karşısında, göç kavramının pejoratif (küçümseyici) bir manasının da mevcut olduğu her yüzyılda karşımıza çıkmaktadır. Bir yanda insanlar, daha iyi yaşam şartları talep etmelerinin sonucunda mekânsal bir hareketliliği tercih ederken; diğer yanda bölgesel çatışmaların ve savaşların hüküm sürdüğü bir düzende temel ihtiyaçlarının ve en önemlisi de yaşam özgürlüğünün talebi peşinde sürüklenmektedirler. Bu durumdaki insanlar için mekânsal hareketlilik bir tercih olmaktan çıkmıştır. İnsanlığın tarihinde her daim varlığını koruyan bu hareketlilik günümüz şartlarında kırılmaya uğramış ve her mekânsal hareketlilik kendine özgü bir hal alarak bir zorunluluk haline gelmiştir.

Göç kavramını en basit haliyle ele aldığımız bu hususta bizim için esas nokta; zorunluluk haline gelen bir mekânsal hareketlilik karşısında göçe ‘’mecbur’’ bırakılan toplulukların, yeni mekanlarında karşı karşıya kaldıkları kimlik, aidiyet ve bütünleşme problemleridir. Küreselleşme ile değişen savaş düzeninin de etkisiyle artık bölgesel ve düzensiz seyreden çatışmalarda yara alan toplulukların topraklarını, hayatlarını ve yaşam standartlarını kaybetmeleri sonucunda kendilerini yabancı topraklarda var etme çabaları karşılıklı bir ilişki sonucunda ancak mümkün olmaktadır. Aslında değindiğimiz bu nokta sadece zorunlu kılınmış bir göç olgusunda karşımıza çıkmaz. Her biçimiyle göç, göç eden toplulukların kimlik inşalarında kendilerine aradıkları bir arazi niteliği taşımaktadır. Bu arazinin temeli ise aidiyet duygusu ile sağlamlık kazanmaktadır. Toplulukların kimlik arayışları, kendilerine yabancı bir düzende daha çok gün yüzüne çıkmaktadır. Bu tanımlamaların somut örneklerinden biri de 2011’de başlayan Suriye İç Savaşı ile sınır komşumuz Suriye vatandaşlarının yaşam standartlarının asgari düzeye inmesi, savaş koşulları ile ülkemize gerçekleşen zorunlu göçüdür. Göç ve iltica terminolojisine göre her ne kadar Suriye’den gelen insanların statüsü göçmen statüsünde olmasa da bu durum gerçekleşen zorunlu göç çerçevesinde bir örnek teşkil etmesi açısından ehemmiyetlidir. Suriye’den gelen ‘’ geçici koruma’’ statüsüne sahip Suriye uyruklu kişilerin, göçün günümüz koşullarında büründüğü bertaraf edici anlamına bir örnek olarak gösterilmesinin yanı sıra; göç araştırmalarında, toplulukların yeni toplumla bütünleşmesi en önemli mertebe olan aidiyet ve toplumsal uyum konularında da mihenk taşı olmaktadır.

Türkiye Cumhuriyeti’nin aldığı bugüne kadarki en yoğun göç olan bu zorunlu göç karşısında bireyler ve tüm Türk toplumunda sosyal anlamda bir şokun varlığından söz etmek mümkündür. Bireylerin kimliklerinin çerçevesini oluşturan toprak olgusunu yitirmelerinin yanı sıra; anadil, yaşam tarzı, ekonomik, sosyal ve benzeri birçok alanda farklılık sunan bir toplumla bütünleşmek zorunda kalmışlığın farkına varabilmek, Türkiye açısından ancak kendi sosyal şokunu atlatabildikten sonra mümkün olmuştur. Göç alanında sosyal uyum politikaları, devlet temelli olmakla birlikte; karşılıklı bir ilişkinin getirisidir. Toplumun; göçmenleri, mültecileri ve sığınmacıları sisteme entegre etmekte üzerine düşen görev bir misafire evini açmak ve elindekini paylaşmak olarak addedilmektedir. Türkiye’de var olan göçmenlerin, sığınmacıların maddi ve sosyal anlamda desteklendiği düşünce kuruluşları, toplumsal uyum ve bireylerin aidiyet kazanmasında aktif bir rol oynamaktadır. Ancak bu noktada Suriyeliler için vurucu niteliğe sahip olacak olan Türk toplumunun gündelik yaşama toplumsal uyum kavramının anahtarları haline gelen kültürel yakınlık ve dinsel-dayanışma gibi etmenler, Türk toplumu ile Türkiye’deki Suriyeliler arasında birer köprü oluşturacak niteliktedir. Bu etmenler, daha evvel de dediğimiz gibi karşılıklı bir ilişki söz konusu olduğunda devreye girebilecek niteliktedirler.

Türk toplumu, Suriyeli kavramını yabancılaştıran bir kavram olarak görmekte ve toplumsal uyum hususunda mülteci kamplarının dışında serbest bir yerleşim söz konusu olduğunda daha da yabancı olarak bakmaktadır. Türkiye’nin bu noktada sosyal bir şok içerisinde olduğunu düşündüğümüzde, toplumun bu denli yoğun bir göç karşısında vatandaşlık/ekonomik temelli kaygılar gütmesi, Türkiye’deki Suriyeliler açısından topluma uyum sağlamalarının önünde bir set oluşturmaktadır. Ancak bu mesele, günümüzde Suriyelilerin ülkelerine döneceği ümidi ile seyrini belirlemektedir. Sonuç olarak iki toplum arasında karşılıklı bir uyum çerçevesi oluşturulmasından ziyade Suriyeliler kimliklerini geçmiş ve esas toprakları üzerinde inşa etmekte, Türk toplumu ise bu meseleye kendi sosyal şoklarından kalan payları sunabilmektedir.