TELKİN DERGİSİ
TÜRKÇEDEKİ BAZI MESELELER / Mikail Aksu
Türk diline olan ilgim kitap okumaya başladığım döneme tekabül eder. Kitap okurken anlamını bilmediğim ve günümüzde kullanımı pek yaygın olmayan eski Türkçe kelimelere sözlükten bakarken bir şey fark etmiştim: Birçok kelimenin kökü birbirine benziyordu. Mesela vazife-muvazzaf kelimeleri aynı kökten ve hatta Arapçadan geliyordu. Köklerin benzerliğinden sonra en basit kelimeleri bile başka dillerden almamız da beni ayrıca şaşırtmıştı açıkçası. Bu durumu öğrenince daha da üzerine gittim ve kelimelerin asıl köklerinin ne olduğunu, hangi dillerden dilimize geldiklerini öğrendikçe şaşkınlığım daha da arttı.

Çünkü biz sadece Arapça ve Farsçadan değil başka dillerden de birçok kelime almıştık. Mesela -belki şaşıracaksınız- muhafazakâr kesimin çokça kullandığı “efendi” kelimesini Batı dili Yunancadan, “varoş” kelimesini Macarcadan, “avanak” kelimesini Ermeniceden, en basit “garson” kelimesini Fransızcadan, “düzine” kelimesini ve birçok gemicilikle alakalı terimi İtalyancadan almıştık. Yakın coğrafyalardaki dillerden aldığımız kelimelere örnek verdik. Uzak coğrafyalardan ise Çin’den aldığımız“çay” kelimesini örnek gösterebiliriz. Bu denli kültür alışverişi beni daha da meraklandırmıştı ve ardından kendimi dil alanında kitaplar, makaleler okurken bulmuştum. Okudukça kafamda bu kitaplardan harmanladığım, bu kitapların felsefesine dayanan bazı fikirler yerleşti. Şimdi ise fikirlerimi “Türkçedeki Bazı Meseleler” başlığıyla topluyorum.
Tamlama Meselesi
Ben Türkçenin yapısının korunması gerektiğini düşünenlerdenim. Çünkü bir dili dil yapan onun yapısıdır, inşasıdır. Tamlamalarımız da bizim dil yapımızın en önemli ögelerindendir. Fazla detaya girmeden örnekler üzerinden gideceğim. İsim tamlamalarımız; gömleğin düğmesi, şarj kablosu, çekmecenin gözü vb. şekillerde yapılır. Ancak nedendir bilinmez atalarımız Farsça ve Arapçadan sadece kelimeleri almakla kalmayıp tamlamaları da almışlar. Hatta bu öyle düzeyde olmuş ki eski metinleri okuduğumuzda cümlenin yarısının Türkçe dışı tamlamalarla dolu olduğunu görebiliriz. Söylediklerimize ek olarak “seneidevriye”, “suikast”, “suiistimal”, “hercümerç”, “hıfzıssıhha” vb. bazı tamlamalar kalıplaşıp sözlüğümüzde yer almıştır. Kalıplaşmış tamlamalara yapılacak fazla müdahale olmasa da diğer kalıplamamış olanlarda ben Arapça-Farsça tamlamalar kullanılmasını doğru bulmuyorum. Mesela en basitinden okulumdan örnek verebilirim: Mekteb-i Mülkiye. Okulumuzun ismi, Osmanlı döneminde yaygın kullanılan tamlamaya göre konulmuş ancak ben buna “Mülkiye Mektebi” deme taraftarıyım. Başka bir örnek verecek olursak yine o dönemlerde çokça kullanılan “tarz-ı hayat” a karşın ben, “hayat tarzı” deme taraftarıyım. Evet günümüzde çoğu kişi eski tamlamaları kullanmak yerine Türkçe tamlamalar kullanılıyor ama yine de bu husustan bahsetmek istedim.
Çoğul Eki Meselesi
Yine bir diğer yapı unsurumuz da çoğul ekimiz. Bildiğiniz üzere Türkçede kelimeleri çoğaltırken son harfe göre “-ler” veya “-lar” ekini getiririz. Ancak bazı insanlar “Arapçada bu kelime zaten çoğulluk bildirir o yüzden ben boşuna ‘-lar, -ler” getirmeyeyim.” der. Pek anlamadıysanız örnek vereyim. Arapçadan dilimize geçmiş “maruzat”, “fiiliyat”, “tatbikat”, “talebe” gibi kelimeler aslında çoğul anlamlıdır ancak Türkçede tekil algılanır. Pek yaygın olmasa da bazı insanlar yukarıda da söylediğimiz üzere “biz bunlara çoğul eki eklemeyelim” der. Ancak biz bu kelimelere çoğul eki eklemezsek Türkçeye ayıp etmiş oluruz. O yüzden örnek verdiğimiz kelimelerin Türkçedeki çoğulları; “maruzatlar”, “fiiliyatlar”, “tatbikatlar” ve “talebeler” şeklinde olmalıdır.
Şapka İşareti Meselesi
Geldik bir diğer önemli meseleye. Öncelikle birçok kişinin doğru bildiği yanlışı düzeltmek isterim: TDK hiçbir zaman şapka (düzeltme) işaretini kaldırmadı! Şapka işareti dilimizde her zaman vardı. Her zaman derken Orta Asya dönemi Türkçede yoktu. Çünkü Orta Asya döneminde dilimiz şimdiye göre sertti. Örnek vermek gerekirse “güç” kelimesi “küç”, şişman kelimesi “sışman”, “iyi” kelimesi “edgü”, “eğlence” kelimesi “ilinçü” şeklindeydi. Görüldüğü üzere bu ve buna benzer kelimeler Anadolu’ya gelindiğinde yumuşama yaşamıştır. Yumuşamayan dilimize ek olarak atalarımız, söyleyiş özelliklerine uyduğu için ince, yani şapkalı harfleri “kullanıldığı kelimelerle beraber” ithal etmiştir. Böylece Türkler ince harfleri kullanarak zarifliklerine zariflik katmıştır. Kâğıt, kâse, imlâ, lâle, istiklâl, mükâfat, rüzgâr gibi kelimelerimiz dilimize ve söyleyişimize hâlâ güzellikler katmaya devam ediyor.
Plaza Dili Meselesi
Plaza dilini “Türkçeleri varken durup dururken İngilizce kelime kullanmak” şeklinde açıklayabiliriz. Dikkatinizi çekmek isterim; yabancı kelime demedim İngilizce kelimeler dedim. Zira plaza dili kullananlar büyük çoğunlukla İngilizce kelimeler kullanıyor. Bazı insanlar -gözlemlerime göre- havalı veya birikimli gözükebilmek için lüzum olmadığı halde İngilizce kelimeler kullanıyor. Bunlara “set etmek”, “postpone etmek”, “start vermek” gibi kelimeleri örnek verebiliriz. Peki neden? “Ayarlamak”, “ertelemek”, “başlamak” gibidilimizin bel kemiği olan, sıkça kullandığımız kelimeler varken neden bu kelimeler… Bence bu hususta daha dikkatli olmaya ve Türkçemizi halka beraber kullanmaya özen göstermeliyiz.
Şimdi aranızdan bazıları “Madem öyle neden eskiden Arapça-Farsçadan aldığımız kelimeler plaza dili olmuyor da günümüzdeki İngilizce kelimeler plaza dili oluyor?” şeklinde bir soru sorabilir. Sormakta da haklılar. Buna cevaben “akıl” kelimesini örnek göstereceğim. “Akıl” kelimesi Anadolu’da ilk kullanıldığı zamanlarda belki de yadırganmıştı. Ancak bu kelime daha sonra eskiden Anadolu’da yaşayan Türkler tarafından o kadar benimsendi o kadar benimsendi ki artık bizim oldu ve hatta benimsenmekle kalmadı kelimeyle beraber “akıl yürütmek”, “aklı almamak”, “aklı gitmek”, “akıl vermek” vb. onlarca deyim oluşturuldu. Yukarıda işte bu yüzden “Türkçemizi halka beraber kullanmaya özen göstermeliyiz” dedim. Zira bir kelime bence halkın “genel” kabulüyle alınır ve kullanılır. “Set etmek” halkımız tarafından genel kabul görmediği için bir plaza dili kelimesidir.
“Türkçe Yazıldığı Gibi Okunmaz” Meselesi
YouTube’da gezinirken bir diksiyon dersi videosuna denk gelmiştim. Videoda “Türkçede ‘geleceğim’ şeklinde yazılır fakat ‘gelicem’ şeklinde okunur. Bu yüzden Türkçe, sanılanın aksine yazıldığı gibi okunan bir dil değildir.”şeklinde bir ifade vardı. Aslında videodaki iyi niyeti anlayabiliyorum. Daha hoş tonlamalar yapmak için yukarıda söylenildiği gibi konuşmalarda ufak değişiklikler yapılabilir. Ancak bu, Türkçenin yazıldığı gibi okunmayan bir dil olduğu anlamına gelmez. Konuyu daha iyi anlayabilmek için İngilizceden örnek verebiliriz. İngilizcede “c” harfi, “class” kelimesinde “k” olarak; “center” kelimesinde “s” olarak okunur. Hatta öyle ki c harfi bazı durumlarda yanındaki harfle etkileşime girerek başka bir harfi meydana getirir. Mesela “c” ile “h” yan yana gelince “watch” kelimesinde olduğu gibi “ç” olarak okunur. Görüldüğü üzere harflerin kelimeden kelimeye ses değiştirmesi hasebiyle İngilizce yazıldığı gibi okunan bir değildir. Bunların aksine Türkçede ise her sesi bir harf karşılar. “C” her yerde “ce” dir. Dolayısıyla Türkçe yazıldığı gibi okunan bir dildir.
Türk dili meselesinde aklıma gelenleri derlemiş oldum. İnsanlar için pek önem arz etmese de Türkçeyi güzel ve farkına vararak kullanmak benim nezdimde önemlidir. Tüm Türklerin diline sahip çıkması, onu güzelce işlemesi dileğiyle…
Mikâil AKSU