top of page
  • Yazarın fotoğrafıTELKİN DERGİSİ

Montrö, Kanal İstanbul ve Mavi Vatan / Doğukan Bağçeci

Mavi Vatan; bugün Akdeniz’i veya Adalar Denizi’ni ömründe hiç görmemiş, belki de hiç göremeyecek insanların bile savunduğu bir öğreti olmuştur. Bu motivasyon elbette bu davanın samimiyetine olan güven sayesinde oluşmuştur. İnsanımızın derdi hiçbir zaman o denizlerde bulunan hidrokarbon yatakları olmamıştır. Zira yurttaşlarımız gelecekte yaşanacak olası bir rezerv keşfinin kendi hayatlarını minimal düzeyde etkileyeceğinin farkındadır. Bu rezervlerden elde edilen paranın kimlere yarayacağının da farkındadır. Anadolu’nun kan, ter ve gözyaşı olmadan hasat vermeyen topraklarını nasırlı elleriyle ıslah eden insanlar elbette bu davayı bilimsel makalelerden, Deniz Hukuku kitaplarından öğrenmeyecektir. Bu sebeple bizlerin halkı bu konuda aydınlatması milli bir vazifedir. Telkin Dergisi olarak bizler bu vazifemizin bilincindeyiz.


İşte bu bilincin bir ürünü olarak ortaya çıkan “Mavi Sayı”; Mavi Vatan öğretisinin isim babası, FETÖ tarafından hazırlanan Balyoz kumpasında 18 sene hapis cezası alan, bu millete denizcilik aşkını aşılamayı en temel gayesi bilen Emekli Amiral Cem Gürdeniz’in yazısına ev sahipliği yapmakla kalmamış ayrıca dergi bünyesinde bulunan isimlerin denizcilik ve denizcilik tarihi üzerine yoğunlaştığı bir sayı olmuştur.


Montrö Hakkında


Bizler; çoğunluğu yirmili yaşlarının başında olan Türk gençleri olarak denizlerimizin ve onları güvence altına alan antlaşmaların farkındayız. Bizler; Doğu Akdeniz’de ve Adalar Denizi’nde sahip olduğumuz hakların bilincinde olduğumuz kadar Karadeniz ve Boğazlar bölgesinde mevcut durumun Türkiye’nin lehine olduğunun da farkındayız. Türkiye’nin lehine olan bu durumun en büyük koruyucusu olan Montrö Boğazlar Sözleşmesi’nin ise siyasi tartışmalara alet edilmemesi taraftarıyız.



Dergimizde Montrö Sözleşmesi’ni maddeleriyle inceleyen Yunus Emre Ilıca imzalı bir yazı mevcuttur. Dolayısıyla bu maddeleri tekrardan incelemeye gerek duymadan sözleşmenin ehemmiyetinden bahsetme sorumluluğunu üzerimde hissetmekteyim.


Bahsi geçen bu sözleşme 1936 senesinden itibaren Türkiye’nin Çanakkale ve İstanbul boğazlarının üzerindeki egemenliğini sağlamlaştıran bir antlaşmadır. Antlaşmanın son zamanlarda iddia edildiği gibi başarısız bir antlaşma olmadığı açıktır. Zira insanlar bu antlaşmayı İstanbul ve Çanakkale boğazlarının doğal birer su geçidi olduğu gerçeğini görmezden gelerek incelemektedir. Dünya üzerinde ne Cebelitarık Boğazı ne Malakka Boğazı ne de Babülmendep Boğazı’nda herhangi bir devletin bu denli kontrolü ve yetkisi bulunmaktadır. Elbette Marmara Denizi’nin bir iç deniz olması İstanbul ve Çanakkale boğazları bölgesini özel bir statüye koymaktadır. Fakat, zaten Montrö’nün feshi Marmara özelinde büyük bir etkiye sebep olmayacak iken Karadeniz ve Adalar Denizi’nde lehimize olan durumlar üzerinde büyük bir tesire sahip olacaktır.


Bu antlaşma son zamanlarda Kanal İstanbul Projesi ile birlikte gündemin en tepesinde kendisine yer bulmakta. Bunun sebebi aslında, Montrö’nün hem Çanakkale hem de İstanbul boğazlarını kapsıyor olması. Şayet kanal açılırsa, Karadeniz’den Adalar Denizi’ne inmek ve Montrö’den muaf olmak isteyen deniz taşıtları Marmara’da sıkışmış vaziyette olacak. Bu sorunu çözmek için hükümetin 2 seçeneği var: İlki Çanakkale’ye Gelibolu üzerinden geçen bir kanal açmak, ikincisi ise Montrö’yü feshetmek.


Kanal İstanbul Hakkında


Rusya’nın Kırım’ı hukuksuz ilhakı sonrası ısınmaya başlayan Karadeniz sularındaki dengeyi donanması ile kontrolsüz bir şekilde bozabilecek olan ABD Montrö’nün feshini destekleyen ülkelerin başında geliyor. Suriye’de başlayan bir iç savaşın ülkemize olan etkileri hepimizin malumu iken kuzeyimizde başlayacak olası bir NATO-Rusya savaşının, NATO’nun Güneydoğu kanadını tutan Türkiye’yi nasıl etkileyeceğini tahmin etmek bizim için pek de zor olmayacaktır.



Önceliğimiz kanal için siyasi altyapı çalışmaları yapmak yerine, Adalar Denizi’nde Yunanistan’ın ilhak ettiği adalarımızı kurtarmak ve yine Yunanistan’ın hukuksuz bir şekilde silahlandırdığı adaları tekrardan silahsız hale getirmek olmalıdır. Adalar Denizi’nde işgal edilen bu adaların silahlandırılması demek; Yunanistan ile girişeceğimiz olası bir savaş durumunda buradaki donanmanın ve hava kuvvetlerinin manevra kabiliyetinin neredeyse sıfırlanması demektir.


Kaldı ki, İstanbul’a Batı’dan gelecek bir taarruz sonucunda geri çekilmek icap ederse ve bu sırada Kanal ve Boğaz üzerindeki köprüler vurulmuşsa, Kanal ile Boğaz arasında milyonlarca insan sıkışmış vaziyette olacak ve bununla birlikte geri çekilmesi icap eden birliklerin hepsi düşmanın insafına kalacaktır.



Mavi Vatan Hakkında


Kanal ve Montrö tartışılmadan evvel, Doğu Akdeniz mevzusunda neden Yunanistan ile görüşüldüğü konusu tartışılmalıdır. Bu ülkenin Doğu Akdeniz ile yüzölçümü yalnızca 7,3 km² olan Kızılhisar Adası dışında bir bağı var mıdır? Doğu Akdeniz’de bizim muhatabımız, kendisini uluslararası kamuoyuna ve uluslararası kuruluşlara bağımsız bir devlet olarak tanıtan Güney Kıbrıs Rum Yönetimi midir, yoksa kendisini zorla konuya dahil etmeye çalışan Yunanistan mı?



Bu konularda önceliğimizi iyi değerlendirmeli ve iç siyasetin dış politikayı etkilemesine izin vermemeliyiz. Bizlerin ve bizlerden sonra geleceklerin bu topraklarda bizim yaşadığımızdan daha iyi yaşayabilmesi için bu şarttır. Geleceğimiz için; Lozan gibi, Montrö gibi, Andımız gibi, Anayasa’nın ilk 3 maddesi gibi ve Laiklik gibi Cumhuriyet’in temel taşlarından olan konuların tartışılması yerine mücadele ettiğimiz cephelerde sahayı daha az ama daha etkili kullanarak masada nasıl daha çok muvaffak olacağımız konusu düşünülmelidir.


Üç tarafı denizlerle çevrili ve dünyadaki sayılı boğazlardan iki tanesine birden sahip bir ülke olarak son yıllarda artan Mavi Vatan bilincini bizden sonraki nesillere aktarmayı başarabilmeli ve Türk Milleti’ni denizci bir millet olduğunu hatırlatmalıyız. Bu ülkenin refahının denizlerinin güvenliğine bağlı olduğunu herkese anlatabilmeliyiz. Tel örgülerle veya yüksek duvarlarla kapatamadığımız bu vatan parçasını namusumuz gibi korumayı bilmeliyiz. Meclis sandalyelerinde oturup bu halkın parasıyla maaş alanların giriştiği laf dalaşları bizleri bu konuda tek yumruk olmaktan alıkoymamalıdır. Bu vatana aidiyet hisseden her birey Mavi Vatan davasını sahiplenmeli ve etrafındakilere anlatmalıdır. Buna ek olarak yalnızca propaganda yapmakla yetinmeyip bu öğretiyi bir adım öteye taşıyacak fikirler de üretmeye çalışmalıdır.


Muhtaç olduğumuz kudret, damarlarımızdaki asil kanda mevcuttur!

73 görüntüleme0 yorum

Son Paylaşımlar

Hepsini Gör
bottom of page