TELKİN DERGİSİ
GARİP ŞİİRİ / MİKAİL AKSU / SAYI: 3
Garip şiir akımı, 1937 yılında Varlık dergisinde başta Orhan Veli Kanık olmak üzere Oktay Rifat Horozcu ve Melih Cevdet Anday’ın yayımladıkları şiirlerle başladı. Orhan Veli’yi özellikle vurguluyoruz çünkü Garip şiiri deyince akla ilk gelen kişi ve bu akımın doğması yolundaki baş isim Orhan Veli’dir. Yazının devamında Garip şiirinden genel bahsedip sonrasında Orhan Veli’yi merkeze alarak devam edeceğiz.



Garip hareketi, daha önce Türk şiirinde yer alan hiçbir harekete benzememesi yönüyle kısa zamanda tüm dikkatleri üzerine çekti. Çünkü bu akım eski şiirin tüm şekil unsurlarını reddediyor yerine serbest nazımı getirmeyi hedefliyordu. Ancak, edebiyat çevrelerinde geniş bir yankı uyandıran bu hareketi sadece basit bir şekil yıkma hareketi olarak görmek çok yanlış olur. Zira dönemin şiir anlayışları, savaşlar (II. Dünya Savaşı), ekonomik bunalımlar, Türkiye’nin yaşadığı siyasî hadiseler, geleceğe karamsar bakış vb. birçok sebep bu hareketin doğmasında etken olmuştur.
ESKİ ŞİİRİ TOPTAN REDDETME
Edebiyatımız, Tanzimat’tan beri eskiye karşı savaş içindedir. Mesela Namık Kemal, eski şiire yani Divan şiirine karşı eleştirilerde bulunmuş ve dönemin diğer sanatçılarıyla beraber Divan etkisinin dışında eserler vermişlerdir. Daha sonra savaşlar sadece eskiye karşı değil ideolojik olarak da verilmeye başlandı. Bazı şairler sosyalizm-komünizm etkisiyle serbest nazım kullanarak eserler vermeye başladılar. Başka şiir anlayışlarına karşı savaşların verildiği bu dönemlerde Orhan Veli ve arkadaşları da kendi yollarını çizmeye başladılar. Garipçiler, şairimiz Nazım Hikmet Ran’ın “Putları Yıkalım” diye başlattığı sloganın da etkisiyle eski şiiri toptan reddetme yoluna gittiler.
Eski şiir deyince akla sadece Divan şiiri gelmemeli. Garipçiler, Divan şiiri yanında, Tanzimat şiirini, Servet-i Fünûn şiirini, Milli edebiyatı; bunların şiir anlayışlarını en önemlisi de şekil unsurlarını hepten reddettiler. Bu yüzden Garip şiirini anlayabilmemiz için eski şiir anlayışlarında neler yaşandığına biraz göz atmakta fayda var.

Servet-i Fünûn şiiri; dönemin istibdat atmosferi dolayısıyla siyasetten uzak, içe kapanık ve çok ağır bir dile sahiptir. Bu sebeplerin yanında Servet-i Fünûn’un diğer önemli özelliği ise şiire “parnasizm”in getirilmesidir. Tevfik Fikret ve Cenap Şehabettin gibi Servet-i Fünûn şairleri, parnasizm etkisiyle içlerindeki karamsar duyguları gerçek dünya ile bağdaştırarak anlatmaya çalıştılar.
İşte tam da bu noktada, yani duyguları şiirle “tasvir” etme noktasında Orhan Veli Servet-i Fünûn şiirini eleştirir. Çünkü tasvir dediğimiz şey aslında resimdir. Orhan
Veli ise şiirin sadece şiir olması gerektiğini, şiire; müzik, resim gibi sanatların girmemesi gerektiğini savunur.
Şimdi siz “Orhan Veli de tasvir yapıyordu.” diyeceksiniz. Evet haklısınız! Mesela “İstanbul Türküsü” şiirinde tasvire çok fazla şekilde yer verilir. Ancak Orhan Veli esasında tasviri değil, duyguların realiteden uzak romantik bir eda ile tasvir edilmesini eleştirmiştir. Mesela Cenap Şehabettin’in “Elhan-ı Şita” şiiri romantik-sembolik bir edaya sahiptir. Elhan-ı Şita’da “ağların dalyanlardan çekilmesi veya bir kadının ayaklarının suya değmesi” gibi realist tasvirlerden ziyade “eşini gaib eyleyen bir kuş gibi kar” şeklinde romantik-sembolik edayla yapılan tasvirlere rastlarız.
ŞİİRE MÜZİK VE RESİM KARIŞTIRILMAMALI
Garipçiler, resimle beraber ritim (müzik) unsurunu da reddettiler. Ritimden kastımız aslında hece ve aruz ölçüleri ve bununla beraber kafiyelerdir. Garipçiler, şiire bu tarz sınırlar koyan uygulamaları da kesinlikle reddetmişlerdir. Onlara göre günün modern insanı artık ölçü ve kafiyeden zevk almaz. Bununla birlikte bazı şairlerin sırf kafiyeye ve ölçüye uysun diye yaptığı bazı dil hataları Orhan Veli’nin bu unsurları reddetmesinde önemli rol oynamıştır. Eskiden kafiye ve ölçü kullanmayan şair yoktu. Bu yüzden kafiye ve ölçüye karşı çıkan bu tavır, eskide var olan tüm edebiyat akımlarına takınılmıştır.

Ritmik ve tasvir unsurlarından sonra Garipçiler -az önce ufaktan değindiğimiz- “romantik anlatıma” da karşı çıkmıştır. Onlara göre romantik anlatımlar, modern zaman öncesi insanları uyutmak, onları hayal dünyasına sevk etmek ve gerçek yaşamdan alıkoymak için yapılmıştır. Orhan Veli bu romantik anlatım noktasında tüm eski edebiyat dönemlerini ve özellikle de Milli edebiyatçıları eleştirir. Aslında Milli edebiyatçıların şiirlerinde realite mevcuttu gerçek olaylardan bahsediliyordu. Ancak Orhan Veli Milli edebiyatçıların yaptıkları “ululamaları” eleştirmiştir. Zira Orhan Veli pek de milliyetçi biri değildir.

Şairimiz bu konuda; ne kaşları yay, kirpiği ok kızlardan ne Leyla’dan ne Mecnun’dan ne de savaş kahramanlarından haz eder. Onun tek isteği gündelik tasalara sahip, sevdaları, aşkları olan; yeri gelince sefa süren, yeri gelince cefa çeken, “küçük adamı” anlatmaktır. Orhan Veli bu küçük adamı yani aslında biz sıradan insanları sever. Onun temel felsefesi “saflık ve basitlik” tir.
TEMEL FELSEFESİ SAFLIK VE BASİTLİK
Şiirlerindeki basitlik diline de yansımıştır Orhan Veli’nin. Zira ona göre küçük adamın anlatıldığı şiiri küçük adam okur. Bunun için de yalın, süsten uzak, gündelik bir dil kullanılmalıdır.

Ancak bu, Orhan Veli’nin “toplum için şiir” telakkisiyle yazdığı anlamına gelmemeli. Toplum için yazılan şiirler genelde bir doktrini veya ideolojiyi aşılamak gayesiyle yazılır. Orhan Veli’nin böyle bir amacı yoktur. Ne Nazım gibi sosyalisttir ne Necip Fazıl gibi maneviyatçıdır ne de Faruk Nafiz gibi milliyetçidir. Onun tek derdi dediğimiz gibi küçük adamı anlatmak, sıradanlık ve biraz da boş vermişliktir. Sıradanlık meselesinde bazı kişiler (ben de dahil) Orhan Veli’yi yanlış anlamışlardır. Mesela “Bir de rakı şişesinde balık olsam” ifadesini birçok kişi farklı yorumlamıştır: Mısra için kimileri Orhan Veli’nin yaşama tutkunluğundan, kimileri içkiye olan sevgisinden dem vurmuştur. Ancak bu kadar yoruma gerek yok! Orhan Veli, bu mısrayı sadece öyle olmak istediği için yazdı. Yani bunu hayal dünyalarına, ihtirasa yormaya gerek yok. Şairimiz sadece rakı şişesinde balık olmak istiyor o kadar.
SOKAKTAKİ KÜÇÜK ADAMIN SIRADAN VE GÜNDELİK ŞİİRİ
Orhan Veli şiirindeki sıradan ve gündelik unsurlara kanıt olarak başka mısralarını veya başka şiirlerini çok rahat örnek gösterebiliriz. Mesela “evkaftaki memuriyetinden istifası”, “Süleyman Efendi’nin nasırdan çektikleri”, “otomobillerin dışı, sinemaların kapısı”, “bir yaşında kurbağandan korkması” ve daha sayamayacağımız kadar çok örnek, Orhan Veli şiirlerindeki sıradanlığa ve gündeliğe örnek olarak gösterilebilir. Şairin boş vermişliğine örnek olarak da öldüğünde diş fırçasına sarılı bir kâğıtta bulunan “Aşk Resmigeçiti” şiiri örnek gösterilebilir. Bunların yanında Orhan Veli şiirlerinde nükte de çok önemlidir. Ancak Orhan Veli bunu yaparken nahif kişiliğinden ötürü kimseyi kırmadı. Eleştirilerinde ve şiirlerine yaptığı nüktelerde daima seviyesini korumayı bildi. Nahit Hanım onun bu nahif özelliğine çok defa vurgu yapmıştır. Nükteli ve alaycı şiirlerine ise en güzel örnek olarak -aynı zamanda çok tartışılan ve eleştirilen- “Cımbızlı Şiir” örnek gösterilebilir.

Orhan Veli’nin diğer önemli özelliği de şiirde daima yeniliği aramasıdır. Hatta öyle ki son dönemlerinde kafiyeye daha sıcak bakmaya bile başlamıştır. Bu sıcak bakmayı “İstanbul Türküsü” şiirinde rahatlıkla görebiliriz. Çünkü bu şiirde Orhan Veli’den beklenmeyecek derecede kafiye bulunur. Kimilerine göre Orhan Veli, eğer ömrü uzun olsaydı belki de kendi bile Garip çizgisini bırakıp daha farklı tarzda şiirler aramaya yelken açacaktı (II. Yeni Şiiri). Zamanla kendisinin bile Garip çizgisinden ayrılması ihtimali, onun “daima yenilik” meselesinde ne kadar ısrarcı biri olduğunun bize göstergesidir.
Şairimizin avare hayatı ve bu avareliğin şiire etkisi böyleydi. Sokaktaki küçük adamı anlattığı, sıradan ama aslında bir o kadar da içimize dokunan şiirleriyle gönlümüze taht kurdu şairimiz. Hayatı yoksulluk, aşk ve özlemle geçti. Tabii yine de tüm yaşanmışlıklara rağmen İstanbul’u sevdi, insanları sevdi, yaşamayı sevdi, denizi sevdi. Zengin Türk edebiyatımıza daha da çok zenginlikler kattı. Nükteliydi, hayatı dalgaya almayı iyi biliyordu. Kafiyeyi reddetmesine rağmen kafiyenin onu mezar taşında bile bırakmaması belki de bize nükteli hayatının bir kanıtıydı:
“Orhan Veli,
1914-1950”
Daha 36’sında, gencecik yaşta aramızdan ayrıldı. Büyük şair Orhan Veli’mize ve diğer Garip şairlerimize edebiyat dünyamıza katkılarından ötürü minnettarız.
“Ölüm Allah’ın emri,
Ayrılık olmasaydı.”