TELKİN DERGİSİ
Bana Sistemle Gel / Yusuf Ilgar Aydın
“Diller, fantastik bir şekilde güçlenmiyorlar. Sanatla, rutinle ve toplumsal hayatla olan sağlıklı ilişkinin bir sonucu olarak zenginleşmeye devam ediyorlar. …
” Telkin Dergisi’ne yazdığım bir önceki yazıdan alıntıladığım bu cümlelerde, altının çizilmesi gereken iki yer var; gerçeklerimizi masalsı sloganlarla örten “fantastik” ve istikbalimizi aydınlatacak “sağlıklı ilişki”ler.
Açıklamak gerekirse, Türk siyasetinin vazgeçilmez yapım eki olan +cı-/+ci-, toplum birimlerini, fikirleri veya kişi isimlerini belirten kelimelere eklenerek onlara “taraftarlık” anlamı kazandırır. Milliyetçi, ulusalcı, solcu veya Atatürkçü gibi kelimeler örnek gösterilebilir. Hemen ardından gelen –lık ekiyle birlikte kelimemiz, taraftarımızın içinde bulunduğu kümeyi tanımlama işleviyle taçlandırılır. Taraftarlığa bağlı yapılan tanım, dilimizin bir özelliği midir? Yoksa bizim tavrımız mıdır? Bu yazı, bir önceki “Türk Dili” yazısının siyasi kritiği olacak.

Başvurulacak iki temel soru var; “kim” ve “ne”. Yukarıda da bahsettiğim gibi aslında “kim”, +çi- ile “ne” –lık ile ilişkilendiriliyor. Bu basit eşleştirmeyle beraber bizim siyasi gruplar üzerindeki tahlil sürecimiz başlıyor. Dilimiz bizden bağımsız değil. Fantastik kelimesinin altını çizmemin sebeplerinden biri de bu zaten. Sözgelimi, ulusalcılık üzerine yapacağımız konuşmaların konusu, önce bu kavramın hangi gruplar tarafından kullanıldığını tartışmakla başlayacaktır. Daha sonra bu grupların, ülkemizde yaşanan olaylara verdiği tepkilere “ulusalcılık” diyeceğiz. Bunun dışında bir tartışma şeması çizmek mümkün değil mi? İşbu soru, bizi sosyal bilimlerle alakalı yapacağımız çalışmaların kaynaklarına yönlendirecektir. Türkçemize siyaset bilimiyle alakalı güçlü ansiklopediler ve dolayısıyla kavramların tarifleri üzerine güçlü kaynaklar kazandıramadık. Aksi olsaydı bu tartışma şemasında tepkiler, kavramı tanımlayan yegâne mefhum olmazdı. Tarifleri yaparken elbette tepkilerden faydalanılabilir ama sistemleri yalnızca tepkiler oluşturamaz. Bir sistemi olmayan fikirleri savunmak, sloganları doğurur.

X’çiliğin bir sistemi var, fakat X’çi ne kadar sistemli düşünüyor? Özneyi sisteme sahip herhangi bir fikir akımıyla değiştirebilirsiniz. Artık bu hepimizin sorunudur. Takındığımız tavrın dilimizi de bu yönde değiştirdiğini düşünüyorum. Sloganlar, alıcısı olduğu sürece yaşamaya devam edecektir. Büyük coşkularla veya büyük nefretlerle sarf ettiğimiz laflar, cemiyetleri değil kalabalıkları oluşturuyor. Türk Milliyetçisinin seçtiği toplum birimi, kalabalık değil; millettir. Bu anlamda Türkçeyi suçlamak, yapılabilecek en bencilce eylemlerden biridir. Türkçe ile asırlardır siyaset yapılıyor. Atalarımızın devlet teşkilatlanmasına dair verdiği bilgilere göz atalım. Bilge Kağan’ın yaptığı öz eleştiri, devlet geleneğinin ne düzeyde olduğunun bir göstergesidir. Yukarıda bahsettiğim; eklerin arasındaki ilişki ile siyaset yaparken izlediğimiz yolun arasındaki benzerlik, Türkçenin azizliğinden değil, bizim siyasi alanda altı doldurulmuş kavramlara ilgisizliğimizden kaynaklıyor.

Türk Milliyetçiliği, bir fikir sistemi olarak kendi elitlerini oluşturabilmiştir. Ziya Gökalp, toplum birimlerini anlattığı “Millet Nedir?” makalesinde, kavramların altını öylesine doldurmuştur ki bugün hâlâ sosyal bilimciler, farkında olmasalar bile, onun bize kazandırdığı kelimeleri kullanıyorlar. Mesele maalesef burada bitmiş değil. ‘’Konuların derinliğine inmeye neden ihtiyaç duymuyoruz?’’ Esas soru burada başlıyor. Terörü konuşurken terörizm konusunda mutabakat sağlayabiliyor muyuz? Ya da terörizmle mücadele alanına ne kadar mesai ayırıyoruz?
“Seçen Kim?” yazısında bahsettiğim konu yine bu çıkmazın eseri.
Orada da egemenliğin Türk Milleti dışında başka bir zümreyle paylaşılamayacağını kabul ederken tartışmalarımızda “Kürt seçmen kime oy verecek?” diye sormaktan kendimizi alıkoymuyorduk. Kimliğimize yapılan saldırıların, tek çıkış yolunun güçlü cevapları olduğunu unutmamak gerekir.
Türk Milliyetçileri, kavramlarda anlaşmalıdır. Bu; nasıl olacak? Bu güçlü ürünlerle olabilir, kendi içimizdeki meclislerde başarılabilir. Türkçemizi slogan üretmek için değil, ihtiyacımız olan kavramları tam anlamıyla açıklamak için kullanmaya başlamakla başarılabilir. İşin sonunda, nerede bulunmak hoşumuza gidiyorsa, layığımız orasıdır.